Altı sezondur devam eden ve geçen pazartesi uzun bir aradan sonra yeni bölümüyle izleyenlerini bir kez daha hayal kırıklığına uğratmayan The Walking Dead’i de benzer bir sosyolojik gözle okuyan pek çok araştırmacı var. Evet Amerikalılar her şeyin sosyolojisini yapmayı sever ama The Walking Dead’i sadece “zombilerden kaçarak yaşam mücadelesi veren bir grup insanın maceraları” diye tanımlamak da biraz yüzeysel olabilir…
Peki neden bu diziyi seviyoruz? Çünkü gerçek bir yaşam mücadelesi veren bir topluluğun içindeki insan ilişkilerini gözlem fırsatı sunuyor. İnsanların hayata tutunma içgüdüsüyle neler yapabileceğini gösteriyor. Nasıl kafayı yiyip nasıl toparlandığını, ne kadar iyi veya ne kadar kötü olabildiğini, kısacası sınırlarını gözler önüne seriyor. Bunun yanı sıra Lost’tan bu yana pek çok dizide gördüğümüz gibi, topluluğun üyelerinin ancak ve ancak bir aradayken, birbirlerini kollayarak ayakla kalabileceğinin altını çiziyor. Ve tabii ki insani özelliklerini de kaybetmeden... Geçen sezonlarda yine bir zombi saldırısı sonucu ölü yığınına bakan Andrea’nın şu cümlesi ne demek istediğimi çok iyi anlatıyor: “Sevdiklerimizi gömeceğiz, kalanları yakacağız”.
Kaynak: Yazının tamamı için:Ece Koçal'ın 22 şubat tarihli yazısından alınmıştır.
http://www.artfulliving.com.tr/kultur-ve-yasam/the-walking-dead-sosyolojisi-i-5239