Farklı muamele görmekten yada işlerini kaybetmekten korkarak özürlerini saklayan bir çok devlet görevlisiyle tanıştım. Onlardan biri bana, işini korumak için CV'sinden Parkinson hastalığın teşhisini çıkarmasının tavsiye edildiğini söyledi. Fakat mail kutum daha cesaret verici hikayelerle dolu: Çalışanın şartlarının değişmesine zekice karşılık veren iş verenlerin hikayeleriyle. Kamu hizmetlerinin kendisi de, özürlü bir bireyin işvereni olarak, takdire şayan isteklerine ulaşmak için daha çok yol katetmeli. Fakat, geçtiğimiz bir kaç yıl gösterdi ki, bu meydan okumaya cesaretle göğüs germek için müthiş bir kararlılık gösteriyorlar. Öncelikle kurum içinde şöyle bir problem olduğunun farkına varıldı: Özürlü memurlar, diğerlerine nazaran daha az meşguldü. Yani onlara daha az iş veriliyordu. Özürlü çalışanların hikayelerini dinlemek zaman aldı; ki bu hikayeler çoğunlukla dinleyen için rahatsız edici bir süreçti. Daha sonra özürlü meslektaşlarımın iş yerinde çok ihtiyaç duydukları düzenlemelerin yürürlüğe konmasını sağladık. Bu önemli bir gelişmeydi. Bu aynı zamanda, iş yerindeki meseleleri çözmek için açık ve zeki bir lidere ihtiyaç olduğunu da kanıtladı. Bazı kişiler, bu tür girişimlerin, kamu ya da özel sektör ayırmaksızın büyük firmalar için kolay olduğunu, diğer kuruluşların zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Fakat bu itiraz, özürlü çalışanların iş yerine bir yük olduğu önyargısından kaynaklanıyor. Benim bakış açım ise tamamen farklı: İş yerlerindeki çeşitlilik, sadece bir sosyal adalet sorunu değildir; etkili olma meselesidir. Meslektaşlarımın deneyimleri nekadar zengin ve çeşitli olursa, karşılaştıkları problemleri çözmekte o kadar başarılı oluyorlar. Tabii ki, engelli bireylere iş vermekle ilgili ek masraflar da ortaya çıkabilir. Fakat, gösterilecek esneklikler, çalışma saatlerinde bir düzenleme yapılması kadar basit toleranslardan da ibaret olabilir. Bu durumda aslında, tek yapılması gereken empati kurmak ve önyargıları yıkmak. Andrew McDonald, Scope Yardımlaşma Vakfı'nın başkanı. Bu metin, McDonald'ın 27 Ocak 2015 de Guardian 'da yayınlanan yazısından Türkçeye çevrilmiştir.
27 Ocak 2015 Salı
Hastalığımı gizlememi tavsiye ettiler
Parkinson hastalığına yakalandığımı 14 Aralık 2007 'de öğrendim. O tarihte 45 yaşındaydım. Yanlış giden bir şeyler olduğuna dair en ufak bir şey hissetmemiştim. 15 gün sonra, hayatımın karardığını düşündüm. Ailemin ve aradaşlarımın yardımıyla durumun hiç de düşündüğüm gibi olmadığının farkına vardım.
Teşhisimi iş yerimdeki arkadaşlarımla paylaşmak bana dünyanın en doğal şeyi gibi gelmişti. İki yakın arkadaşım bana durumumu itiraf etmenin kariyerimi riske atacağını söyleyene kadar da öyle yapmayı düşünüyordum. Bu tür tavsiyelerin giderek çoğalması beni çok şaşırtmıştı. Sessiz kalırsam, aynı teşhisin koyulabileceği başka bir insanın hayatını daha da zorlaştıracağımı düşünerek tavsiyeye uymamayı seçtim.
Bu durumu, Scope'un ( Engelliler için bir hayır kurumu) başkanlığına geldikten sonra bir röportajda açıkladım. Aldığım yanıt, iş yerindeki özürlü bireylere yaklaşımızda hala almamız gereken çok fazla yol olduğunu kanıtladı.
Farklı muamele görmekten yada işlerini kaybetmekten korkarak özürlerini saklayan bir çok devlet görevlisiyle tanıştım. Onlardan biri bana, işini korumak için CV'sinden Parkinson hastalığın teşhisini çıkarmasının tavsiye edildiğini söyledi. Fakat mail kutum daha cesaret verici hikayelerle dolu: Çalışanın şartlarının değişmesine zekice karşılık veren iş verenlerin hikayeleriyle. Kamu hizmetlerinin kendisi de, özürlü bir bireyin işvereni olarak, takdire şayan isteklerine ulaşmak için daha çok yol katetmeli. Fakat, geçtiğimiz bir kaç yıl gösterdi ki, bu meydan okumaya cesaretle göğüs germek için müthiş bir kararlılık gösteriyorlar. Öncelikle kurum içinde şöyle bir problem olduğunun farkına varıldı: Özürlü memurlar, diğerlerine nazaran daha az meşguldü. Yani onlara daha az iş veriliyordu. Özürlü çalışanların hikayelerini dinlemek zaman aldı; ki bu hikayeler çoğunlukla dinleyen için rahatsız edici bir süreçti. Daha sonra özürlü meslektaşlarımın iş yerinde çok ihtiyaç duydukları düzenlemelerin yürürlüğe konmasını sağladık. Bu önemli bir gelişmeydi. Bu aynı zamanda, iş yerindeki meseleleri çözmek için açık ve zeki bir lidere ihtiyaç olduğunu da kanıtladı. Bazı kişiler, bu tür girişimlerin, kamu ya da özel sektör ayırmaksızın büyük firmalar için kolay olduğunu, diğer kuruluşların zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Fakat bu itiraz, özürlü çalışanların iş yerine bir yük olduğu önyargısından kaynaklanıyor. Benim bakış açım ise tamamen farklı: İş yerlerindeki çeşitlilik, sadece bir sosyal adalet sorunu değildir; etkili olma meselesidir. Meslektaşlarımın deneyimleri nekadar zengin ve çeşitli olursa, karşılaştıkları problemleri çözmekte o kadar başarılı oluyorlar. Tabii ki, engelli bireylere iş vermekle ilgili ek masraflar da ortaya çıkabilir. Fakat, gösterilecek esneklikler, çalışma saatlerinde bir düzenleme yapılması kadar basit toleranslardan da ibaret olabilir. Bu durumda aslında, tek yapılması gereken empati kurmak ve önyargıları yıkmak. Andrew McDonald, Scope Yardımlaşma Vakfı'nın başkanı. Bu metin, McDonald'ın 27 Ocak 2015 de Guardian 'da yayınlanan yazısından Türkçeye çevrilmiştir.
Farklı muamele görmekten yada işlerini kaybetmekten korkarak özürlerini saklayan bir çok devlet görevlisiyle tanıştım. Onlardan biri bana, işini korumak için CV'sinden Parkinson hastalığın teşhisini çıkarmasının tavsiye edildiğini söyledi. Fakat mail kutum daha cesaret verici hikayelerle dolu: Çalışanın şartlarının değişmesine zekice karşılık veren iş verenlerin hikayeleriyle. Kamu hizmetlerinin kendisi de, özürlü bir bireyin işvereni olarak, takdire şayan isteklerine ulaşmak için daha çok yol katetmeli. Fakat, geçtiğimiz bir kaç yıl gösterdi ki, bu meydan okumaya cesaretle göğüs germek için müthiş bir kararlılık gösteriyorlar. Öncelikle kurum içinde şöyle bir problem olduğunun farkına varıldı: Özürlü memurlar, diğerlerine nazaran daha az meşguldü. Yani onlara daha az iş veriliyordu. Özürlü çalışanların hikayelerini dinlemek zaman aldı; ki bu hikayeler çoğunlukla dinleyen için rahatsız edici bir süreçti. Daha sonra özürlü meslektaşlarımın iş yerinde çok ihtiyaç duydukları düzenlemelerin yürürlüğe konmasını sağladık. Bu önemli bir gelişmeydi. Bu aynı zamanda, iş yerindeki meseleleri çözmek için açık ve zeki bir lidere ihtiyaç olduğunu da kanıtladı. Bazı kişiler, bu tür girişimlerin, kamu ya da özel sektör ayırmaksızın büyük firmalar için kolay olduğunu, diğer kuruluşların zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Fakat bu itiraz, özürlü çalışanların iş yerine bir yük olduğu önyargısından kaynaklanıyor. Benim bakış açım ise tamamen farklı: İş yerlerindeki çeşitlilik, sadece bir sosyal adalet sorunu değildir; etkili olma meselesidir. Meslektaşlarımın deneyimleri nekadar zengin ve çeşitli olursa, karşılaştıkları problemleri çözmekte o kadar başarılı oluyorlar. Tabii ki, engelli bireylere iş vermekle ilgili ek masraflar da ortaya çıkabilir. Fakat, gösterilecek esneklikler, çalışma saatlerinde bir düzenleme yapılması kadar basit toleranslardan da ibaret olabilir. Bu durumda aslında, tek yapılması gereken empati kurmak ve önyargıları yıkmak. Andrew McDonald, Scope Yardımlaşma Vakfı'nın başkanı. Bu metin, McDonald'ın 27 Ocak 2015 de Guardian 'da yayınlanan yazısından Türkçeye çevrilmiştir.