9 Şubat 2015 Pazartesi

Aşık Beyin!

Art Aron, Lucy Brown ve diğer iş arkadaşlarımla birlikte 37 sırılsıklam âşık insanın beyinlerinin fonksiyonel MR görüntülerini çektik. Bunlardan 17'si mutlu birer âşıktı, 15'i ise henüz terk edilmişti, ve yeni başladığımız üçüncü deneyimizde ise 10 ila 25 yıllık evlilikten sonra hâlâ âşık olduğunu söyleyen insanları inceledik. Bu da araştırmamızın kısa bir özeti.
Tikal'da, Guatemala ormanlarında bir tapınak vardır, En büyük Amerika medeniyeti Mayaların, en büyük şehir devletinin, en büyük Güneş Kralı tarafından inşa edilmiştir. Adı Jasaw Chan K'awiil idi. 1.83 metre boyundaydı. 80'li yaşlarına kadar yaşadı, ve MS 720 yılında bu anıta gömüldü. Ve Maya yazıtlarına göre eşine derin bir aşk duyuyormuş. Bu yüzden, eşinin şerefine kendininkinin karşısına bir tapınak inşa etti. Her ilkbahar ve sonbaharda, tam ekinoks zamanında, Güneş kralın tapınağının arkasından doğar, ve gölgesi mükemmel bir şekilde eşinin tapınağını kaplar. Ve güneş eşinin tapınağının arkasından batarken, gölgesi kralın tapınağını mükemmel bir şekilde kaplar. 1300 yıldan sonra bile, bu iki sevgili hâlâ mezarlarından dokunmakta ve öpüşmektedirler.

Bütün dünyada insanlar âşık olur. Aşk için şarkı söylerler, dans ederler, aşk için şiirler ve hikayeler yazarlar. Aşk hakkında efsaneler anlatırlar. Aşk için yas tutarlar, aşk için yaşarlar, aşk için öldürürler, ve aşk için ölürler. Walt Whitman'ın bir seferinde dediği gibi, "Ah, senin için her şeyden vazgeçebilirim." İnsan bilimciler 170 toplumda romantik aşkın kanıtlarını buldular. Romantik aşkın olmadığı bir toplum bulamadılar
Fakat aşk her zaman mutluluk verici olmaz. Kolej öğrencileri üzerine bir araştırmada, aşk üzerine bir çok soru sordular, bunların en dikkat çekici iki tanesi şunlardı: "Gerçekten sevdiğiniz biri tarafından reddedildiniz mi?" Diğeri ise: "Sizi gerçekten seven birini terk ettiniz mi?" Ve yaklaşık hem erkeklerden hem bayanlardan yüzde 95'i iki soruya da evet dedi. Nerdeyse kimse aşktan canlı kurtulamaz
İnsan beyninden bahsetmeden önce, size kanaatimce dünyanın en güçlü aşk şiirini okumak isterim. Elbette bu kadar güzel başka aşk şiirleri de vardır, ama bence hiçbiri bundan üstün değildir. Bunu, 1896'da misyonerlik gezisine çıkmış olan Güney Alaskalı isimsiz bir Kwakutl yerlisinden öğrendim. Bunu ilk defa okuma şansına sahip oluyorum. "Aşkının ıztırabıyla ateş vücudumda akıyor, ıztırap aşkının ateşiyle vücudumda akıyor. Aşkınla kızışarak kaynayan ıztırabımı, aşkının ateşi tüketiyor, Bana dediklerini hatırlıyorum. Bana olan aşkını düşünüyorum, Bana olan aşkınla paralanıyorum. Daha da çok ıztırap, benim aşkımla nereye gidiyorsun? Buradan gidecekmişsin. Beni burada bırakacakmışsın. Kederden hissizim. Dediklerimi hatırla, sevgilim. Elveda, sevgilim, elveda." Emily Dickinson şöyle yazmıştır, "Cehennem azabından tek bildiğimiz şey ayrılıktır." Bütün milyonlarca yıllık insan evrimi boyunca kaç insan acı çekmiştir? Bu dakikada dünya üzerinde kaç insan coşku ve mutluluk ile dans etmektedir? Romantik aşk dünyadaki en güçlü hislerden biridir.
Birkaç yıl önce, beyni incelemeye karar verdim, bu çılgınlığı araştırmayı... İlk çalışmamız mutlu ve âşık insanlar üzerineydi ve basında geniş yer buldu, bu yüzden bundan çok az bahsedeceğim. Beynin merkezine yakın ventral tegmentum adı verilen küçük bir bölgede etkinlik tespit ettik. ApEn hücreleri adı verilen bazı hücrelerde etkinlik tespit ettik. Bu hücreler dopamin üretip beynin birçok bölgesine iletir. Dopamin doğal bir uyarıcıdır. Aslında ventral tegmentum bölgesi beynin mükâfat sistemidir. Kavramsal düşünme sürecinin çok altındadır. Duygularınızın altındadır. Beynin sürüngensi adını verdiğimiz bölümünün bir parçasıdır, ve bu bölgenin istekle, motivasyonla, konsantrasyonla ve arzuyla ilgisi vardır. Aslında, beynin bu bölgesi kokain alımında da etkinleşmektedir.
Ancak romantik aşk kokain sarhoşluğundan çok daha fazlasıdır -- en azından kokainden sonra ayılırsınız. Romantik aşk bir saplantıdır. Sizi ele geçirir. Kişilik bilincini kaybedersiniz. Başka bir insanı düşünmeden duramazsınız. Biri kafanıza yerleşmiştir. Bir sekizinci yüzyıl Japon şairi der ki, "Hasretimin sonu geldiğinde vakti yoktur." Aşk vahşidir. Ve reddedildiğinde bu saplantı daha da kötüye gidebilir.
Bu sıralar, projemizin nörobilimcimisi Lucy Brown ve ben henüz terk edilen insanlardan elde edilen verilere bakıyoruz. Esasında bu insanları makineye sokmak hayli zordu, çünkü berbat bir durumdaydılar. (Gülüşmeler) Her neyse, üç beyin bölgesinde etkinlik tespit ettik. Şiddetli romantik aşk ile ilgili olan beyin bölgelerinde etkinlik tespit ettik. Ne kadar kötü bir durum. Terk edilince yapmayı en çok isteyeceğiniz şey yalnızca o insanı unutmak ve hayatınıza devam etmektir, ama hayır, onları daha çok seversiniz. Romalı şair Terrence'in dediği gibi, "Ne kadar umutsuzsam aşkım o kadar ateşli olur." Doğrusu artık sebebini biliyoruz. 2000 yıl sonra bunu açıklayabiliyoruz. Beyindeki istek, motivasyon, arzu, konsantrasyon için olan mükâfat sistemi istediğimizi elde edemeyince daha da aktifleşir. Bu durumda, yaşamın en büyük ödülü: uygun bir çiftleşme partneri.
Başka beyin bölgelerinde de etkinlik tespit ettik, Kazanç ve kayıpları hesaplayan bölgede. Orada yatarken, resme bakarken, yani makinenin içindeyken, neyin ters gittiğini hesaplıyorsunuz. Nasıl ve neyi kaybettiğinizi. Aslında Lucy ile aramızda bu konuda ufak bir fıkra var. David Mamet'in bir oyunundan geliyor, oyunda iki dolandırıcı vardır, ve kadın erkeği dolandırıyordur, erkek kadına bakıp der ki, "Ah, sen kötü bir midillisin. Senin üzerine bahis oynamayacağım." Esasında, bu beyin bölgesi, kazanç ve kayıplarınızı hesaplarken etkinleşen nucleus accumbens'in merkezidir. Bu beyin bölgesi aynı zamanda büyük kazanç ve kayıplar için inanılmaz riskler almak istediğimiz zaman etkinleşir.
Son olarak, bir bireye bağlanmayla ilgili başka bir beyin bölgesinde etkinlik tespit ettik. Bütün dünyada insanların acı çekmesine ve bu kadar çok tutku cinayetine şaşmamak gerek. Âşıkken reddedildiğinizde, sadece romantik aşk duygularına garkolmazsınız, o bireye derin bir bağlılık hissedersiniz. Dahası, mükâfat sistemi çalışır, ve son derece enerjik, konsantre, motive ve herşeyi riske etmeye hazır hissedersiniz, yaşamın en büyük ödülünü kazanmak için.
O hâlde, bu deneyden dünyaya söylemek isteyeceğim neler öğrendim? Öncelikle, aşk bir güdüdür, temel çiftleşme güdüsü. Seks güdüsü değil. Seks güdüsü sizi dışarı partner aramaya çıkartır. Romantik aşk çiftleşme enerjinizi yoğunlaştırmanızı sağlar, çiftleşme enerjinizi korur, ve tek bir birey ile çiftleşme sürecinizi başlatır. Şimdiye kadar okuduğum aşk hakkındaki bütün şiirler içinde en iyi özetleyeni bence Plato tarafından 2000 yıldan önce söylenmiş olanıdır. Der ki, "Aşkın tanrısı ihtiyaç halinde yaşar. Bir ihtiyaçtır. Bir itici güçtür. Bir homeostaz dengesizliktir. Açlık ve susuzluk gibi, yok edilemezdir." Romantik aşkın bağımlılık yaptığı çıkardığım başka bir sonuç. İşler yolundayken harika bir bağımlılık, işler kötüyken ise korkunç bir bağımlılık.
Ve elbette bir bağımlılığın bütün özelliklerine sahiptir. O kişiye odaklanırsınız, saplantılı bir şekilde onu düşünürsünüz, onu arzularsınız, gerçekliği çarpıtırsınız, o kişiyi kazanmak için muazzam riskler alırsınız. Ve bir bağımlılığın üç ana özelliğine sahiptir. Tahammül, geri çekilme, ve son olarak, nüksetme. Bir bayan arkadaşım var ve berbat bir aşkı ancak atlatabiliyor, sekiz ay kadar oldu ve artık daha iyi hissediyor. Ve geçenlerde arabasını sürerken, ansızın radyoda çalan bir şarkı ona "onu" hatırlatmış. Bir anda hasretin geri dönmesi bir yana, arabayı kenara çekmiş ve ağlamış. Tıp camiasından istediğim, hukuk camiasından, ve hatta akademik camiadan istediğim, romantik aşkın dünyanın en bağımlılık yapan maddelerinden biri olduğunu anlamaya çalışmalarıdır.
Dünyaya hayvanların da âşık olduğunu söylemek isterim. Dünyada ne gelirse bağlanan bir hayvan yoktur. Çok yaşlı, çok genç, çok pasaklı, çok aptal birini istemezler. Tabi eğer bir laboratuvar kafesine tıkılmamışlarsa. Yani, eğer bütün hayatınızı ufak biri kutuda geçirirseniz, kiminle seks yapacağınız konusunda o kadar da seçici olmazsınız. Ama yüz hayvan türüne baktım, vahşi hayatta hayvanların gözdeleri olur. Aslında etolojistler bunu bilir. Hayvanların gözdelerinin olmasının en az sekiz adı vardır. Proseptif seçilim, erkek seçimi, dişi seçimi, cinsel seçim. Bu çekim üzerine olan üç akademik makale var. Makalelerde incelenen bu çekim, belki sadece bir saniye sürer, ama apaçık bir çekimdir. Buna ya beynin mükâfatlandırma bölgesi, ya da bu bölgenin kimyasal maddeleri yol açar. Aslında hayvanlar arası çekim bir anda olabilir. Bir filin başka bir filden bir anda etkilendiğini görebilirsiniz. Fikrimce bu, "ilk görüşte aşk"ın kökenidir.
İnsanlar bana, aşk hakkında bildiklerimin aşkın heyecanını kaçırıp kaçırmadığını soruyor. Ben de diyorum ki, hiç de değil. Bir pastanın içindeki her bileşeni biliyor olabilirsiniz, ama sonra oturup yediğinizde, hâlâ haz alırsınız. Elbette ben de herkesin yaptığı hataları yapıyorum. Elbette ben de herkesin yaptığı hataları yapıyorum. Ama bu, bütün insanlara olan anlayışımı, ve merhametimi derinleştirdi diyebilirim. Nitekim, bazen kendimi New York'ta bebek arabalarına bakıp çocuğa üzülürken yakalıyorum, ve bazen tabağımdaki tavuğa da üzüntü duyuyorum, beyin sisteminin ne kadar güçlü olduğunu düşündüğümde. En yeni deneyimiz iş arkadaşım Art Aron tarafından başlatıldı. Hâlâ aşık olduklarını söyleyen ve uzun süreli ilişki içindeki insanları fonsiyonel MR makinesinde görüntülüyoruz. Şimdiye kadar beş insanı görüntüledik, ve aynı şeyi bulduk. Yalan söylemiyorlar. Yoğun romantik aşk ile ilgili olan beyin bölgeleri, 25 yıl sonra bile hâlâ aktifleşiyor.
Hala romantik aşk hakkında cevaplanacak ve sorulacak pek çok soru var. Şimdi üzerinde çalıştığım soru ise, bunu söyleyip bitireceğim, neden bir başkasına değil de o insana âşık olursunuz? Hiç böyle bir şeyin aklıma geleceğini düşünmemiştim, ama internet arkadaşlık sitesi Match.com, üç yıl önce gelip bana bu soruyu sordu. Bilmiyorum dedim. Âşık olunca beyinde neler olduğunu biliyorum, ama neden başkası değil de ona âşık oluruz bilmiyorum. Böylece son üç yılımı bunun üzerinde geçirdim. Bir insana âşık olmamızın birçok sebebi vardır. Psikologlar size anlatabilir. Âşık olma eğilimimiz olan insanlar genelde aynı sosyoekonomik geçmişten gelirler, genel olarak aynı akıllılık seviyesindedirler, genel olarak aynı alımlılıktadırlar, ve aynı dinî görüşte olurlar. Çocukluğunuzun elbette bir rolü vardır ama kimse nasıl olduğunu bilmiyor. Bu kadar, bütün bildikleri bu. Asla bir ilişki için birbirine uyan iki karakter bulamadılar
Benim de aklıma geldi ki, belki sizin biyolojiniz sizi birine doğru çekiyordur. Ne derece dopamin, seratonin, östrojen ve testosteron salgıladığımızı ölçmek için bir anket hazırladım. Beyindeki dört kimyasala göre genel olarak dört tane kişilik tipi belirledik. Benim yarattığım arkadaşlık websitesi Chemistry.com'da, size ilk olarak birkaç soru soruluyor. Böylece bu kimyasalları ne kadar salgıladığınız ölçülüyor. Ben de kimin kimi sevmeyi seçtiğine bakıyorum. Bu ankete Amerika'da 3,7 milyon, ve diğer 33 ülkede ise yaklaşık 600.000 insan katıldı. Şimdi verileri bir araya getiriyorum. Âşık olmak her zaman sihirli olacak. Ancak bir noktada şu bilinmeyeni çözmeye çok yaklaşacağız: Neden herkesin sizinle aynı sosyal çevreden, aynı zekâ seviyesinden, aynı alımlılıktan olduğu bir odada herkese karşı aynı derecede bir çekim hissetmeyiz? Bence bu biyoloji ile açıklanabilir. Beş yıl sonra bizi herhangi birinden ziyade belli bir kişiye çeken bütün beyin mekanizmalarını çözmüş olacağız
Böylece konuşmamı kapatıyorum. Onlar benim büyüklerim. Faulkner der ki, "Geçmiş ölmüş değildir, hatta geçmiş bile değildir." Elbette geçen yılından kalan bir sürü yük taşıyoruz beynimizde. Beni, insan beynini anlamaya sevk eden bir şey var. Bu bana onu hatırlatıyor. İki bayan görüyoruz. Bayanlar erkeklerden farklı samimiyet kurarlar. Bayanlar yüz yüze konuşarak samimiyet kurarlar. Birbirimize dönüveririz, birbirimize "çengel atarız" ve konuşuruz. Bayanlar için samimiyet budur. Bence milyonlarca yıl boyunca bebeği yüzümüze doğru tutmamızdan ileri geliyor, onu iknâ etmek, azarlamak, kelimelerle eğitmekten ileri geliyor. Erkekler ise yan yana oturarak samimiyet kurmaya meyillidirler. Biri baktığında, diğeri bakışını kaçırır.Bence bu da milyonlarca yıl boyunca çalının arkasında durmaktan geliyor, dümdüz ileri bakarak, bufaloyu başından kayayla vurmaya çalışarak Kanaatimce milyonlarca yıl erkekler düşmanlarıyla karşı karşıya olmuşlar, arkadaşlarıyla ise yan yana oturmuşturlar. Son diyeceklerime gelince: Aşk içimizdedir. Beynimizin derinliklerine yerleşmiştir. Mesele birbirimizi anlamaktır.
Helen Fisher Biyolojik Antropolojist
Çeviri: Ali Can Arık